Zonguldak

Benim ruhumda derin bir sızı var!

Orman zenginliği bakımından şanslıyız. Çünkü Türkiye'mizin en zengin ormanlarına sahip coğrafyasında yaşıyoruz. Bu değerin farkında mıyız? Sonbaharda yapraklar dökülünce, kışın karlar yağınca, baharda börtü böcek açınca sosyal medyada boy göstermekten bahsetmiyorum ben. Bir nefes alacak yerimiz, bir doğalımız orası kaldı, ona da sahip çıkalım diyorum.

Hazan yaprağı gibi bir bir dökülüyoruz toprağın bağrına...

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum.

Her gün çocuk yaşlı demeden sevdiklerimizi uğurluyoruz. İnsanlık alemi olarak adeta bir sonbaharı yaşıyoruz. Dalından düşen yapraklar gibi etrafımızdaki sevdiklerimizi bir bir yitiriyoruz. O kadar çok genç göçüyor ki, yasını dahi tutacak zaman bulamıyoruz.

Biraz köşeye sıkışınca, "Ölümden öte köy var mı?" deriz; ama ölüm ayrılığının acısını bile hiç ettik biz!

Gepegenç solan hayatlar, 3-5 kişilik hane halkı dışında kimseyi ırgalamıyor gibi...

Önce koronavirüs salgınıyla ölümleri kanıksamaya başladık. Salgının ilk günleri 3 kişi, 5 kişi öldü diye korkudan tir tir titriyorduk. Ciddi önlemler alıyorduk. Şimdilerde her gün ortalama 200 civarında vatandaşımız salgından hayatını kaybediyor. Ama bizlerde, 3 kişinin öldüğü  o günlerdeki korkunun/tedbirin 10'da 1'i bile yok, bugünlerde!

Ve bu vakalar kesintisiz iki yıla yakın devam ediyor.  

Dünya insanlık tarihi bakımından en ölümcül salgını yaşıyoruz. Onca teknolojik ve bilimsel gelişime rağmen korona mikrobu karşısında tüm dünyanın nasıl da aciz kaldığını, gözler önüne seriyor, ilahi kader.  

Ne gariptir ki, bu salgınla beraber beyin kanaması, kalp krizi ve tansiyon kaynaklı ölüm vakaları da patlak verdi.

Her gün onlarca genç yaş grubundan insanımızı yitiriyoruz.

Haber sitelerimiz, cenaze ilan tablosunu aratmıyor.

Facebook sayfaları vefat paylaşımları ve bunlara yapılan taziye yazılarından geçilmiyor.

Bütün bunlara stres bozuklukları ve sosyoekonomik etkenlerden kaynaklanan intihar vakalarını eklersek,

Tahammülsüzlük, cehalet, öfke kontrolünü yitirme, hasta ruhluların evlendirilmesi sonucu oluşan aile içi cinayetleri de kaydedersek,

oldukça iç karartıcı bir tablo çıkıyor.

HERKES HADDİNİ BİLMELİ...

Hani, "Yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder" yollu gırgırlar eder, liyakatın önemine vurgu yaparız ya.

Yönetim ehli için aranan liyakati geçtim.

Tek tek bireyler olarak şehirlerde, kasabalarda yaşamak için liyakat aransa yeridir.  

Ehliyetsiz araç bile kullanamıyorsak, ruh ve sinir sağlığı olmayan çiftlere evlenme ehliyeti(Aile Cüzdanı) de verilmesin. Bu konuda çiftler, evlilik öncesi eğitimden geçirilip teste tabi tutulsun. Psikopat potansiyeli taşıyanlara zorunlu tedavi uygulansın.  

İlgili bakanlığın bu yönde adım atacağını öğrendim. Eğer yaparlarsa çok isabetli bir karar olur.

Bence hayatın bir çok alanında artık ehliyet/liyakat hususuna özellikle önem gösterilmeli.

İşte tam burada ünlü fikir adamlarımızdan, çok sevdiğim Sezai Karakoç'un şu sözünü hatırlamamak  mümkün mü?

"Aslan, her şeyden önce kendini ormanların başı olarak bilir. Buna inanır ve bunda samimidir. İlkin aslan olmalı; bunun için de aslan olduğuna inanmalı, aslanın yuva şartlarını kurmalı, aslanın eğitim sistemlerini benimsemeli; çocukları aslan sütü olan 'hakikat'le beslemelidir."

Peki ya Yunus Emre'mizin,

"İlim ilim bilmektir

İlim kendini bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Ya nice okumaktır" dizeleri...

Her alanda, önce iyi bir eğitim...

Eğitimle birlikte sanayi teknoloji, endüstri, kültür sanat, basın yayın, ticaret, ziraat... Aklınıza ne gelirse bütün alanlarda kendini bilme, yani haddini bilme hakikati lazım.

Bunu başarabilirsek, dünyadaki anormalliklerin de önüne geçmiş olabiliriz ümidini taşıyorum.

Doğal gıdalar, doğal yaşamlar, doğal ölümler...

Hay Allah, bir Sonbahar yazayım dedim, nerelere geldim.

SONBAHAR HÜZNÜ DİLE GELDİ

Aslında Sonbahar hüznüyle bezeli bir romantizmden bahsedecektim.

Mesela;

Bir başkadır sonbahar.

Benim ruhumda derin bir sızı var!

Sarısı, yeşili, kırmızısı, turuncusu...

Bir de kızılcacık yapraklar...

Her Sonbaharda ruhumu hüzün kaplar.

...mısralarını yazıp;

"Eylül ayıyla birlikte şu doğadaki bütün güzel hünerler, birer birer yaprak dökerek, sayfalarını kapatırlar adeta.

Ama o renk çeşidi, hüzünle birlikte insanın içini kıpır kıpır eder.

Orman zenginliği bakımından şanslıyız. Çünkü Türkiye'mizin en zengin ormanlarına sahip coğrafyasında yaşıyoruz. Bu değerin farkında mıyız? Sonbaharda yapraklar dökülünce, kışın karlar yağınca, baharda börtü böcek açınca sosyal medyada boy göstermekten bahsetmiyorum ben. Bir nefes alacak yerimiz, bir doğalımız orası kaldı, ona da sahip çıkalım diyorum.

Batı Karadeniz ormanları bir başka. Gümbürtüsü başa vuracak kıvamda...

İlkbaharla birlikte, derelerinin gür sesi, kuzu ve kuşlarının sesleri, yeşilin bütün tonlarıyla size selam durur Karaelmas'ın ormanları. Sonbaharda ise sarı, kırmızı, turuncu, yeşil ve bordoyla bezeli renk cümbüşüyle, ardında tatlı bir hüzün bırakarak, 'Ben şimdi gidiyorum; ama Rabbimin izniyle tekrar dirileceğim' der, adeta...

Tabi görmek, anlamak isteyene..." diyecektim.

Olsun, demiş gibi oldum!

Aziz okuyucularıma;

Selamlar hürmetler ederim.

ÖZLÜ SÖZ:

"Aslan, her şeyden önce kendini ormanların başı olarak bilir. Buna inanır ve bunda samimidir. İlkin aslan olmalı; bunun için de aslan olduğuna inanmalı, aslanın yuva şartlarını kurmalı, aslanın eğitim sistemlerini benimsemeli; çocukları aslan sütü olan 'hakikat'le beslemelidir." (SEZAİ KARAKOÇ)

 

 

 

.