14 Kasım 1950... Zonguldak'ı bir dörtlükte en iyi anlatan, Türk Edebiyatı'nın önemli şairlerinden Orhan Veli Kanık'ın ölüm yıldönümü...
Şairin Zonguldak ziyareti, ölümsüz dizeleri ve hayatını içeren bir makale...
ORHAN VELİ VE ZONGULDAK…
Şiiri öykü gibi yazan şair Orhan Veli, 36 yıllık kısa ömrünün 31.yılı olan 1945’in bir sonbahar ayında, İstanbul’da başlayan Zonguldak’ta biten yolculuğunu, ‘Destan Gibi’ adlı kitabında ‘Yol Türküleri’ isimli tek ve en uzun şiiriyle kaleme almıştır. Bu yolculukta son durak seçtiği Zonguldak’ta kısa süreli kalmasına rağmen iyi gözlemlemiş olması, ön hazırlıklı geldiği ve Zonguldak’a önem verdiği düşüncesini yaratmıştır Zonguldaklı şair Muzaffer Tayyip Uslu'nun ölümünden sonra, 18 Temmuz 1946 tarihli Ülkü dergisinde yazdığı yazıda, Zonguldaklı şair arkadaşlarını unutmaz: "Son yıllarda Zonguldak üç büyük istidat yetiştirdi. Biri Rüştü Onur, biri Kemal Uluser, biri de Muzaffer Tayip Uslu. Ne biçim kader üçü de arka arkaya öldüler." demiştir…
1945 yılında yapılan bu seyahat, şairin 1946 yılında çıkardığı, Destan Gibi adlı kitabında bulunan ve bir bölümü alıntılanan tek ve uzun şiiri Yol Türküleri’dir İstanbul’dan başlayıp Zonguldak'ta biten bir yolculuğun hikâyesidir. Bu yolculukta ismi geçen yerleşim yerleri; Hereke, İzmit, Arifiye, Adapazarı, Hendek, Düzce, Bolu, Gerede, Adilhan Köyü, Eyüp, Ibrıcık Köyü, Zonguldak, Balkaya, Kapuz, EKİ’dir Orhan Veli'nin öykü gibi yazdığı şiirleri adeta o günleri yaşatmaktadır. Şiirde anlatılan yolculuğun gerçek hayatta bir karşılığı vardır: Orhan Veli 1945 yılının sonbaharında İstanbul’dan Zonguldak’a doğru çıktığı gezideki izlenimlerini anlatır. Ayrıca bu yolculuk izlenimlerinin bir kısmını Ulus’ta yazdığı “Yolcu Notları I ve II”de de gezi notları olarak anlatmıştır.
Yol Türküleri’nde sararmış yapraklardan mevsimin sonbahar olduğu anlaşılır. İlk durak İzmit’te olayların yaşandığı mekân, bir sokaktır. Sokak, yapraklar içinde olarak tasvir edilir. Ardından İzmit’in köprüsünden bahsedilir. Bu köprü, betondan yapılmıştır. Yolcu, İzmit’in şarkılarını söyleyerek sokaklarda dolaşır. Söylediği türkü buram buram ayrılık, hasret, üzüntü ve “garip”lik kokar. Bir sonraki durak Arifiye’dir. Arifiye Köy Enstitüsü’ne gider. Burada biraz mola verip, Müdür Süleyman Edip Bey’e uğrar. Sıra Adapazarı’ndadır. Çark’ın başında biraz durur ve bir şeyler içer. Ardından Hendek’le ilgili bir türkü tutturur. Düzce’ye de oranın meşhur türkülerinden biri eşliğinde varır. Yeşil Yurt otelindedir. Otelin önü çarşıdır. Dışarıyı seyreder. Salep satıcılarını görür. Otelde gece, sıkıntılı geçer. Hâlâ içinde bir hüzün, bir “garip”lik vardır. Birisine karşı özlem duyar. Uzakta olan bir sevgiliden mi yoksa İstanbul’dan mı bahsettiği anlaşılmaz. Bahsettiği neyse/kimse onu unutamaz ve içinde bulunduğu duruma alışamaz. Erkenden uyanmıştır. Daha güneş bile doğmamıştır. Pencereden dışarı bakar. İstanbul’u hayal eder. Özlediği, büyük ihtimalle hâlâ uyumaktadır. Galata Köprüsü’nü, denizi, limanı, kayıkları, işçileri düşünür. Köroğlu’nu ve onun Bolu Beyi’ne başkaldırış türküsünü söyleyerek Bolu’ya varır. Bolu’ya vardığında oradaki dağlardan bahseder. Dağlarla bir insanmış gibi konuşur. Dağların yüksekliğinden ve rüzgârının sertliğinden bahseder. Dağlara bakar. Köroğlu’nu düşünür. Tekrar yola koyulur. Gözlemlerini aktarır. Belediye meydanına kurulmuş olan radyodan haber özetlerini dinleyip benzin alırlar. Reşadiye Gölü’ne gelirler. Buradan çok etkilenir. Yine akşam olur. Efkâr basar. Adilhan Köyü’nü hatırlar. (Orhan Veli, askerliğini orada yapmıştır). Yine böyle bir akşamda, orada İstanbul’u düşünmüştür. Yine yalnızlığı, garipliği aklına gelir. Bu kez kendini avutur. Askerlikte yaşadığı sıkıntılar geride kalmıştır. İçindeki tüm sıkıntıları bastırır on bir umutla. Bir aşçı dükkânına girip karnını güzelce doyurmaya ve adından biraz içmeye karar verir. Bir yandan da İstanbul hasreti bastırır durur. Haliç’i, vapurları, Eyüp’ü hayal eder. Tekrar yola koyulur. Bu kez Ibrıcık Köyü’ndedir. Bir kahveye girer. Bu mekâna dair gözlemlerini aktarır. Kahve, gübre kokmaktadır. Kahvedekilerin “makine” bekleyen bir hastalarının olduğunu öğrenir. “Herkesin derdi başka” derken kendi derdi aklına gelir ve bir türkü daha tutturur. Gerede’ye varır. Günlerden pazardır. Kaldırımlarda gezen “yosma”ları görür. Bu yolculuğun ne zaman sona ereceğini düşünür. Sonunda Zonguldak yolundadır.
Son durak Zonguldak’tır. Zonguldak yolu tasvir edilir. O yıllarda Zonguldak’ın tek karayolu bağlantısı olan Gaca köyü yolunda, dağların tepesinden birdenbire deniz görünür. Denizle gök adeta birleşmiştir. Uzaktan şimal rüzgârları eser. Hava güneşlidir. Karadeniz masmavi görünür. Yolcu bu şehri iyi bildiğini söyler. Bunu ispat edebilmek için Şehrin Baklaya ile Kapuz arasında kurulmuş olduğunu vurgular. EKİ’nin çiçekli bahçelerinden, rıhtıma vagonla kömür taşıyan soluk benizli insanlarından oluşan bir tasvire yer verir. Zonguldak’ın deresinin siyah aktığını söyler. Bu siyahlık kömür karasından gelir. Çarşı içinden kömür taşıyan vagonları seyrederek sahile geçer parkta oturur, havasını solur, koklar ve sonucu çok sevdiği limana ve denize bağlar. Son dizeler tam da Orhan Veli’den beklenecek niteliktedir, son mekân, karadenize kıyı şehri olan Zoguldak’ın limanıdır. Açık sularda kömür sırasını bekleyen demirli ve limanda rıhtıma yanaşmış gemileri seyreder. “her biri yeni bir ufka” giden gemiler vardır.
…………………
Zonguldak yolundayız.
Dağların tepesinden,
Birdenbire denizi göreceğiz.
Denizi gökle bir göreceğiz,
Şimal rüzgârları gelecek uzaktan.
O yolcu, biz yolcu,
Şimal rüzgârlarıyla öpüşeceğiz.
Güneşli bir günde,
Masmavi göreceğiz Karadeniz'i.
Balkaya'dan Kapuz'a kadar,
Karış karış biliriz biz bu şehri;
E.K.İ.'nin çiçekli bahçeleri
Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla;
Paydos saatlerinde yollara dökülen
Soluk benizli insanlarıyla.
Siyah akar Zonguldağın deresi;
Yüzkarası değil, kömür karası;
Böyle kazanılır ekmek parası.
Gemiler vardı limanda gemiler
Herbiri yeni bir ufka gider.
ORHAN VELİ KANIK’IN HAYATI …
Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914'te Beykoz'a bağlı Yalıköyü'nde bulunan İshak Ağa Yokuşu'ndaki Çayır Sokağı'nda 9 numaralı konakta dünyaya geldi. Babası İzmirli tüccar Fehmi Bey'in oğlu Mehmet Veli, annesi ise Beykozlu Hacı Ahmet Bey'in kızı Fatma Nigar Hanım'dır. Nüfus tezkeresi suretine göre asıl ismi Ahmet Orhan olan şairin babasının adı Veli olduğu için, sanatçı Soyadı Kanunu'ndan önce Orhan Veli olarak tanındı. Şair Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı. Şair otuz altı yıllık kısa yaşamına şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser sığdırdı. Geleneklerin dışına çıkan eserleri, önce şaşkınlık ve yadırgama, daha sonra eğlenme ve aşağılamayla karşılansa da hep ilgi uyandırdı. Bu ilgi ise kısa zamanda şaire duyulan anlayış, sevgi ve hayranlığın artmasına yol açtı.
Orhan Veli, bir haftalığına geldiği Ankara'da belediyenin kazdığı bir çukura düştü ve başından hafifçe yaralandı. İki gün sonra İstanbul'a döndü. 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair hastaneye kaldırıldı. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebi doktor tarafından anlaşılamadı ve Kanık'a alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi uygulandı, ancak beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşıldı. Aynı akşam sekizde komaya giren şair 14 Kasım 1950 gecesi 23.20'de komadan çıkamayarak Cerrahpaşa Hastanesi'nde hayata veda etti.
Yüksel Yıldırım-2016
Zonguldak Nostalji