Hayrullah Tıfıl, soğuk bir kış günü sürpriz bir vedayla göçtü bu diyardan...

O varsa ortam şenlenirdi.

Sıcacık gülüşü, sempatik tavırlarıyla ortama hayır (iyilik, güzellik) yayardı.

Hayrullah, Allah'ın hayırlı kulu demek.

Zonguldak, Hayrullah'ını kaybetti.

Ani vefatıyla bütün şehri üzüntüye boğdu.

Çünkü herkeste az çok anısı vardı. Kimimiz güldürerek, kimimiz kızdırarak, kimimiz hoşsohbetler ettirerek, kimimiz de sempatik ve çocuksu hareketler yaptırarak onunla silinmez hatıralar bırakmıştır geride.   

Onun diğer özelliği ise Zonguldakspor aşığı olmasıydı. Her maçta kırmızı lacivertli renklerle tribünlerin vazgeçilmez simasıydı. Zonguldakspor tarihinde yeri doldurulamayacak bir taraftardı.

Kendisiyle en son bir berberde denk gelmiştik.

Oturup çay içtik. Biraz keyifsizdi. Hatta benim 5 yaşındaki çocuğa tıraş sırasını vermişti.

Ona "Hakkını helal et" dedim.

-"Ne demek çocuklar her şeyden önce gelir." demişti. Bir birimize methiyeler düzüp vedalaşmıştık.

Nereden bilecektim son kez göreceğimi.

İşte hayat böyle bir şey.

Bir varmışsın, bir yokmuşsun.

Ahmet Kurt'un acı günü... Ahmet Kurt'un acı günü...

Geride bıraktığımız/bırakacağımız hoş bir sada kadar varız bu hayatta.

Öbür taraftan Hayrullah'ın cenazesinden hepimizin alacağı dersler vardı.

Sosyal medyada onu anmayan, hayır duada bulunmayan, üzülüp ağlamayan kalmamıştı. Zonguldak, çok ünlü kişilerin cenazesinde bile böyle yanmamıştı. 

Her kafadan ayrı sesin çıktığı Zonguldak'ta, uzun zamandan sonra ilk kez aynı duygu ve düşünce etrafında attı yürekler. Hangi, parti, mevki, makam, düşünceden olursa olsun; bütün Zonguldak ortak paydada buluştu.

(Bu durum da ortak değere karşı bir ve bütün olabileceğimizin bir nevi kanıtı oldu. İnşallah bundan sonra da Zonguldak'ın yararına olacak her alanda u bu birlik ve beraberlk örneğini sergileriz.)   

Demek ki geride hoş bir sada bırakmak böyle bir şeymiş!

Yüreklere dokunmak dünyanın en büyük zenginliğiymiş.

Normalde garibin cenazesi de garip olur derler. Ama Hayrullah'ınki bir başkaydı. Demek ki 'sevgi' denen mucize bütün kalıpları yıkabiliyormuş.

Ne mutlu böyle sevgiye!

Ne diyordu, Yunus Emre'miz ölümsüz dizelerinde?

Bir garip ölmüş diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin...

İşte tam da öyleydi Hayrullah ağabeyin gidişi...

Allah mekanını Cennet etsin, yattığı yer nurla dolsun...

İBRETLİK OLAY...

Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.

Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..

Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..

Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.

Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..

Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..

Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..

İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır delinin yanına ve der ki:

Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın?

Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu??

Bunu duyan deli melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar

Âdetiniz böyle değil mi??

Ne âdeti?!? der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..

Der ki deli bu kez:

Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: Benim sırtımda da mı var der..

Evet der deli, Hepinizin sırtı yüklü!?..

Cemaatte ise hafiften, deli işte!? manasına, bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..

Deli bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..?

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!

Aynen doğrudur dedikleri çünkü;

Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda

kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği..

Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

Peki söyle bakalım bende ne vardı der, bu kez endişeyle Hoca.

O da der ki:

Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, öldü mü ölecek mi diye düşünürmüş namazda...

Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var!

Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet.

Editör: TE Bilisim