Gündem

Durum bundan ibaret...

Çocukluğumda bir domates yapardık, aman Allah'ım! İnanın 1 kilo gelen hakiki yerli domateslerimiz olurdu. Tadı, kokusu bir başkaydı. Şimdi kokusu burnuma geliyor; arıyorum tarıyorum, o lezzeti bulamıyorum.

2000 yılı nüfus sayımına göre; Türkiye nüfusunun 44 milyonu, yani % 65'i kentlerde, 24 milyonu (yüzde 35'i) köylerde yaşıyordu.

Bu şu anlama geliyordu: Nüfusun yüzde 35'i hem kendi ihtiyaçlarını hem de şehirde yaşayan 44 milyonun tarımsal ve hayvansal ihtiyaçlarını karşılıyordu.

Bugüne gelince, nüfusun 78 milyonu (yüzde 93'ü) kentlerde, 6 milyonu (yüzde 7'si) köylerde yaşıyor. Kırsal kesimde yaşayan 6 milyonun büyük bir kısmı da yaşlı nüfus, yani üretmiyor. Bunlar olsa olsa gurbette yaşayan torunlarının yolunu gözleyen yaşlı/emekli kesim.

Durum bundan ibaret.

Çare mi? Çare, köye dönüş.

Bir zamanlar 7 iklim 7 bölgeye sahip Anadolu'muzun dört bir köşesinde üretiyor, okullarımızda yerli malı haftaları düzenliyorduk.

Çocukluğumda bir domates yapardık, aman Allah'ım! İnanın 1 kilo gelen hakiki yerli domateslerimiz olurdu. Tadı, kokusu bir başkaydı. Şimdi kokusu burnuma geliyor; arıyorum tarıyorum, o lezzeti bulamıyorum.

Sanırım toprak da deniz gibi kendisine yapılan ihaneti affetmiyor. Karadeniz, kendisine atılan çöpleri, eninde sonunda geri püskürür. Karadeniz kenarında yaşayanlar ne demek istediğimi çok iyi bilir. Aynı şey toprak konusunda da yaşanıyor. Geçmişte tadından yenmeyen ata tohumlarımız, aynı toprakta aynı lezzeti vermiyorsa, bunu başka neyle izah edebiliriz ki...   

Ben derim ki, toprakla barışalım, çevremizi, su kaynaklarımızı koruyalım.

***

Meseleyi 'Köylü milletin efendisidir' diyerek özetleyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk devrinden bu yana ne yazık ki isabetli tarım politikaları geliştirilemedi. Maliyetler ve şartlar ağır olunca, genç nüfus "Köyden indik şehre, Allah sonumuzu hayır getire" deyip şehirlere göçtü. Bu defa da 1 kilo sebze meyveye hasret kaldı. Anlayacağınız, geçmişten bu yana bize ait olan bu alanı, el birliğiyle ikinci plana ittik biz.

Keşke mazot ve gübre başta olmak üzere tarım ve hayvancılıkta ciddi teşvikler uygulansa, pazarlamada üreticiyi ve tüketiciyi ezenler devre dışı bırakılsa...

Şehirlerden köylere göç olsa...

Ormanla kaplanan bağ ve bahçelerimiz çiçek açsa...

Hem işsizlik belası azalır, hem istihdam ve üretim artar, hem de bolluk ve bereket olmaz mı?

Bence olur, hem de bal gibi olur.

Ama önce şehirlerde asgari ücretle sefil olan milyonlarca genç kesim için tarımsal üretimi cazip hale getirmeliyiz.

Gerisi vatandaşın azmine bakıyor. Hem şehirlerdeki hava kirliliğinden, beton yığınlarının arasında dolaşmaktan, her ay kredi kartıyla borçlanarak yaşamaktan bıkmadık mı?

Haydi o zaman, "Gelin köyümüze geri dönelim!"

ÖNCE SALDIRDILAR SONRA KURBAN KESTİLER

Geçen hafta Kilimli sahil yolu dalgalardan büyük hasar görmüştü. Zamanında gereken önlem alınmadığı için Karadeniz'in kaçınılmaz dalgalarına maruz kalan yol, hakikaten üzücü görüntülere sahne olmuştu.

Dört gözle beklenen yolun daha resmen açılışı yapılmadan bu hale gelmesi haliyle tepki çekmişti. Eleştiriler bunaltmış olmalı ki inşaat firmasının bir görevlisi, gazetecilere saldırdı. Kabul edilemez bir durum. Mahcubiyet duyulacağı yerde, saldırmak acizlikten başka bir şey değildir. Her ne kadar Zonguldak basını, birlik beraberlik konusunda iyi bir sınav veremese de sahada çalışan gazeteciler ve meslek onuru adına saldırıyı kınıyor, arkadaşlara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bu nahoş olaydan saatler sonra aynı şahısların sahil yolunda nazara karşı kurban kestiği fotoğraf sosyal medyada dolaşmaya başladı.

Hayırlı işlerde, toplum yararına açılışlarda, kurban kesmek güzel bir başlangıçtır. Fakat bilimsel olarak bütün tedbirler alındıktan sonra öngörülemeyen kaza belalara karşı kesildiğinde makbule geçer kurban kesmek.

Umarım Karadeniz'in uyarısı dikkate alınır.

Özlü Söz:

"Görünüşünüz neye benzerse benzesin, nezaket sizi dünyanın en güzel insanı yapar"