Zonguldak'ın kanayan yarası, can almaya devam ediyor.
Bu vadide insanlar ümit ile ölüm arasında yalpalıyor.
Ailemizden birinde çıkan pozitif vakadan dolayı karantinaya girmemizin hemen akabinde, maden ocağından göçük haberi geldi. Haberi sizlere duyururken, göçükte kalanların isimleri de netleşmeye başladı.
Göçükten cansız bedenine ilk ulaşılan isim önce Ü.K. olarak geldi, sonradan Ümit Kurt bilgisi gelince, içim yandı, "Eyvah!" dedim, "Bu bizim Ahmet Kurt ağabeyin oğlu Ümit olmasın!"
Ne yazık ki şüphemde haklı çıktım.
Temiz, dürüst, vatansever bir evlat olan Ümit'i yitirmiştik.
Üç çocuk babasıydı Ümit.
Ahmet ağabeyin gözdesiydi.
'Ahmet ağabey acaba ne haldedir', diye düşündüm.
Aradım birkaç kez, ulaşamadım doğal olarak...
Neylersin, Yüce Yaratıcı levh-i mahfuzda ömrünü böyle biçmiş, Ümit kardeşin. Ama insandaki Ümit duygusu ölmezmiş.
Kadere karşı boynumuz kıldan incedir?
Göklerden gelen karar var iken elden ne gelir?
İşin bir de önlem almak, tedbirli olmak, aklın ve bilimin etrafında sebeplere riayet etmek gibi boyutu var.
Tedbir ile Kader arasında, ince bir çizgi...
Bazen her şeyi bilsek de basiretimiz bağlanır. Bazen de hayatın omzumuza yüklediği sorumluluklardan dolayı tercih yapar, ağır riske gireriz.
Peki Ümit'le birlikte göçükte ölen Kadir Ulama'nın hikayesi farklı mı?
O da madenden emekli olmuş, çocuğunun düğün masrafı için bir süreliğine kaçak madene girmek zorunda kalmış!
Belli ki çaresizlik ve işsizlik girdabı, gençleri bu karanlık ocaklara çekiyor.
Bu kaçak tabir edilen ocakların, yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Ümit kardeş, elindeki sertifika ve belgelere rağmen iş bulamadığı için ocak işine girdi. Daha iyi şartlarda iş imkanı bulabilse, orada işi olmazdı. Kadir beyin maddi imkanı iyi olsa, emekliliğin keyfini çıkarmak varken, o ocağa girmek zorunda kalmazdı.
Bir ekmek uğruna insanların hayatlarının soldurulduğu bu acımasız düzene artık bir son verilmeli. Bölgenin gerçeklerine uygun bir şekilde kalıcı kararlar alınmalı.
Çünkü bölgemizin en önemli sorunu kaçak ocaklar. Doğu'da nasıl güvenlik sorunu varsa, Batı Karadeniz'in de çözülmeyi bekleyen kaçak ocak sorunu var.
Umarım bu acılar, bu son olayla son bulur.
Ben bir ekmek uğruna 'Ümit'ler ölmesin' diyorum.
AHMET AĞABEYİN AĞIR İMTİHANI
Ahmet ağabeyi yıllardır tanırım. Yaşadığı şehir için mücadele etmekten geri durmaz. Kentin ileri gelenleriyle sürekli iletişim halindedir. Gördüğü aksaklıkların giderilmesi için çırpınır durur. Sanki kendi evinin içindeymişçesine gördüğü bir sorunu sahiplenir, çözmek için mücadele eder. Bu nedenle tek başına STK liderinden öte bir muhtar, bir belediye başkanıdır. Derdi olan, ona koşar. Hiç üşenmez valiye, belediye başkanına, hatta bakanlara kadar çıkar.
O nedenledir ki, oğlunun cenazesinde valisinden milletvekiline, belediye başkanından emniyet müdürüne varıncaya kadar bütün protokol geldi ve acısını paylaştı. Bu, kaçak ocakta vefat edenlerin cenazesinde rastlanan durum değil.
Kaçak ocaklar konusunda da çabaladı. Yetkililerle konuştu. Çırpındı, didindi; ama başarılı olamadı. Sonunda kendi oğlunu kaçak ocaklarda yitirdi.
Ahmet ağabeyin acısı acımızdır.
Şu karantinadan çıkayım soluğu yanında alacağım ve başsağlığı dileyeceğim.
Bugün telefonda kendisine, "Ağabey senin imtihanın da buymuş. En ağır olanındanmış. Hz. Yakup, Yusuf Yusuf diye nasıl yıllarca yanmış. Herkes bir imtihan geçirmiş. Senin imtihanın da bu oldu. Allah büyük sabırlar versin. Dayanma gücü bahşetsin. Ben her zaman yanındayım" dedim.
Tabi demesi, yazması kolay!
Ama yaşaması çok zor.
"Zor olacak ki imtihan olsun" diyor Mevlânâ!
Sözün bittiği yer.
Vefat eden işçilere Allah'tan engin rahmet dilerim.
Acılı ailelerine de sabr-ı cemil niyaz ederim.