Kötülükler çağında yaşıyoruz sanki.
Kötülerin ve kötülüklerin sesi alabildiğine çıkarken her tarafta, iyilerin ve iyiliklerin varlığı yokluğu belli belirsiz, görülmüyor, duyulmuyor ve anlaşılmıyor ne yazık ki.
Oysa iyilerin ve iyiliğin egemen olması gerekir hayatta. Öyle olmadığında, manzara meydanda; kan gölü bir dünyada yaşamak mecburiyetinde kalıyoruz.
Hep karamsarlık ve ümitsizlik aşılamak değil derdimiz.
Çare nedir öyleyse, neyi nasıl ve niçin yapmalıyız?
Ölçümüz nedir? Neye ve kime göre davranacağız?
Bir Hadisi Şerifte Allah Rasülü (sav) buyuruyor ki mealen:
“Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltiniz. Eğer buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltiniz. Buna da gücünüz yetmezse kalbinizle düzeltiniz. Bu ise imanın en zayıf hâlidir!”
Hayatın bütün alanlarında böyle durumlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bize düşeni ve kötülüğü engelleme görevini yapmadığımızda vicdanen ve dinen vebal altında kalırız. Verilebilir bir hesap değildir bu.
Ortadoğu, yani İslâm Âlemi kan gölü. Ölüm, zulüm, sömürü ve bir savaş meydanına dönüştürüldü dünyanın egemenleri, sömürgenleri, zalimleri, kapitalistleri, emperyalistleri tarafından.
Gözümüzün önünde, oturduğumuz koltuklardan film seyreder gibi bize kanıksatılan bir manzara var ortada. Bir milletin fertleri top yekûn ölüm, zulüm, sömürü, soykırım, sürgün ve açlığa mahkûm ediliyor ABD, AB ve İngiltere’nin apaçık desteğiyle.
Orada, Batı tarafından kurulan, yönetilen ve zulümlerine seyirci kalınan bir terörist kötülük devleti var, neredeyse yüz yıldır kan döküyor, masumları ve mazlumları öldürüyor hiçbir ahlaki kaygı ve kural tanımadan.
Nüfusu milyarları bulan İslam dünyası ve devletleri neler yapıyor kötüleri ve kötülükleri engellemek için?
Kötülüğü ve kötüleri “eliyle engellemek” devletlerin işidir. Gerekirse silahlı müdahale yapılır ve önlenir organize kötülük. Bunu yapmayan devletler, İslam Âlemi başta olmak üzere, oradaki katliam, soykırım, ölüm, zulüm, yoksulluk ve yoksunluktan sorumludur, hatta ortaktır bu kötülüğe dur demediği sürece. Protesto vb. işleri organize ederek kendini temize çıkaramaz. Masum kabul edilemez.
İlim adamlarına, okuyup yazanlara, basına, medyaya düşense, kötülüğe ve kötülere diliyle dur demektir her fırsatı değerlendirerek. Haksızlık ve zulüm karşısında susanların “dilsiz şeytan” olarak tanımlandığını akıldan çıkarmamak gerekir. Yazması ve konuşması gereken yerde susmak, zalime arka çıkmak, onun yanında saf tutmak ve kötülüğe ortak olmak demektir. Ne yazık ki bunu yapanların sayısı az değildir.
Üçüncü aşama ve “imanın en zayıf noktası” olarak tanımlanan “kötülüğe ve kötülere buğz etmek, kim tutmak, hiçbir şekilde onları onaylamamak, desteklememek, boykot etmek, mallarını alıp kullanmamak, toplantı ve yürüyüşlerle protesto etmek, gerçeği haykırmak” halka düşen önemli bir görevdir ve asla küçümsenemez.
Kötülüğün kendisi olan Batının, kapitalistlerin, emperyalistlerin, sömürgenlerin ve kemirgenlerin, kendileri adına kan döken, zulüm yapan İsrail’i durdurmalarını, engellemelerini beklemek boş bir hayalden ibarettir kısaca.
Küfür, tek millet olarak, uçak gemileri, uçakları, askerleri ve bütün gücüyle orada, zalimin yanında konuşlanırken, İslam Alemini temsil eden devletler neden hala sessiz, etkisiz ve hiçbir şey yapmadan seyrediyor zulümleri ve ölümleri. Otuz bine yakın insanın öldürülmesi, geride kalanların açlığa mahkum edilmeleri ve çöllere sürülmelerini mi bekliyor İslam devletleri?
Sorulacak çok soru var vesselam.
Organize kötülüğü önlemekle mükellef olanların suskunluğu pek hayra alamet değildir.
Bize dokunmayan yılan bin yaşasın, diyenler ve onu seyredenler, çok geçmeden o yılan tarafından sokulacak ve zehirlenecektir.
Bizden söylemesi…