Zonguldak

Kesik baş cinayetinin düşündürdükleri...

Her gün onlarca vahşet haberiyle güne başlıyor, bir o kadar şiddet haberleriyle günü kapatıyoruz. 15 yıllık meslek hayatımda gördüğüm en istikrarlı(!) mesele; ne yazık ki şiddet, ihanet, cinayet... Ve gecenin son demlerinde Bülent muhtarın vefat haberi... İşte Abdullah Karabacak'ın kaleminden şiddet konusu...

Gün geçmiyor ki şiddet haberleriyle sarsılmayalım.

Her gün onlarca vahşet haberiyle güne başlıyor, bir o kadar şiddet haberleriyle günü kapatıyoruz. 15 yıllık meslek hayatımda gördüğüm en istikrarlı(!) mesele; ne yazık ki şiddet, ihanet, cinayet... Şiddet deyince kadına şiddet, çocuğa şiddet, bebeklere şiddet, yaşlıya şiddet, hayvanlara şiddet diye sıralamak mümkün.

Cuma hutbesine bile giren şiddet konusunda bıçak kemiğe dayandı.

Bu kadar vahşice işlenen cinayetlere, akla hayale gelmez şiddet haberlerine karşı artık siyasî, ictimaî(toplumsal) ve hukukî olarak dur demek gerekiyor. 

Neymiş efendim?

-Bir an öfkeye kapıldım vurdum.

-Öfkeme yenik düştüm öldürdüm.

-Çok seviyordum, kıskandım, yere serdim.

-Şüphelendim, ihanet etti sandım ciğerini deldim.  

-Yan baktı, dik baktı  dövdüm. Kırmızı ışıkta korna çaldı bıçakladım.

Her gün onlarca yüzlerce şiddet, yaralama ve cinayet haberleri...

Çoğu basit sebeplerle işlenen suçlar...

Şiddet, ihanet, cinayet, cinnet, vahşet...

Bakın, Yüce dinimiz İslam’a göre; "Kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı her insanın bedeni, kişiliği, haysiyeti, iffeti ve şerefi dokunulmazdır. Onun içindir ki hiçbir kimse bir başkasının canına, malına ve kişilik haklarına kast edemez. Şerefini ve onurunu zedeleyecek davranışlarda bulunamaz. Canlı cansız hiçbir yaratılmışa zarar verecek bir tavır ve tutum içinde olamaz." denilmektedir.

Normal şartlar altında bir karıncayı dahi incitmemesi gereken bir toplumun içinden, kendi evladını gözünü kırpmadan öldüren anne babalara rastlamak insana büyük acı veriyor.

Kendisini besleyip büyüten anne babasını gözünü kırpmadan öldüren hayırsız evlatların sayısı günden güne artıyor.

Kendisine yıllarca hizmet eden, çalışıp didinen çocuklarının annesi olan biricik eşine, hiç acımayan katil kocalar, katlanarak artıyor.

Oysaki gerek çağdaş uygarlık düzeyinde, gerekse inancımızda asla yeri olmayan şiddet, bir insanlık suçudur. Buna karşı topyekun mücadele gerekir. 

Şiddet, acizliktir, merhametsizliktir, zulümdür. Şiddet, can dokunulmazlığı ihlalidir ve insan onuruyla bağdaşmaz. Hiçbir gerekçe, şiddet için mazeret olamaz. Şiddetin dini, dili, ırkı, coğrafyası ve sosyal statüsü yoktur. Kimden gelirse gelsin şiddetin hiçbir şekli kabul edilemez.

Önce ailede, sonra okullarımızda şiddet konusunda bir şeyler yapmak gerekiyor. Televizyon dizileri ve dijital ortamdaki toplumsal erozyona yol açan şiddet unsurlarına karşı sadece ebeveynler ve Milli eğitimle mücadele etmek yeterli olmaz elbette. Ayrıca toplumsal refleks göstermek, STK'larca bu konularda kafa yormak ve siyasî, hukukî caydırıcılık kesinlikle şart. 

Hatta şap-şart!  

MUSTAFA AMCA NE YAPMIŞ OLABİLİR?

Asayiş bakımından birçok şehre göre iyi bir konumda olan Zonguldak, zaman zaman sıra dışı cinayetlerle gündeme geliyor.

İnsanın olduğu yerde her şey olur ama yaşlı bir adamın kafasını kesmek nedir yahu?

Çaycuma'nın Perşembe bedesine bağlı Dursunlar köyünde boynu kesilerek öldürülen 70 yaşındaki Mustafa Keleş cinayetinden bahsediyorum. Yaşlı adamın kesik başı, saatler süren arama çalışması sonrası toprağa gömülü bulundu.

'Mustafa amca, bu vahşete maruz kalacak ne yapmış olabilir' diye düşünmeden edemiyor insan.

Sebep her ne olursa olsun, şiddetin, cinayetin, hele ki böylesi bir vahşetin izahı olamaz. Ben Mustafa Keleş'e Allah'tan rahmet diliyorum.

Aramızda dolaşan psikopatların da bir an önce bulunup adalete teslim edilmesini temenni ediyorum.

Ah keşke bilseydik...

Bir kişiyi öldürmenin bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağını...

BÜLENT MUHTAR VE KADER'İN CİLVESİ

Geçen hafta kardeşi İsmail Ulubay'ın yoğun bakıma kaldırılmasını duyunca Bülent (Ulubay) muhtarı aramıştım. Bana, "Kader" demişti ve ardından bu hayatta her şeyin insanoğlu için olduğunu eklemişti. Kardeşinin son durumunu öğrenmek üzere Bülent Ulubay'ı bir daha arayayım diyordum. Gaflet işte, arayamadım bir türlü.

Kaderin cilvesine bakın ki, iki gün önce ben onu arayamadan Bülent muhtarın koronavirüse yakalandığı haberini aldım.  

Daha az önce bu satırlara başlarken (21.30) eşini aradım. Durumunun iyiye gittiğini, sadece şeker hastalığının onu zaman zaman zorladığını söylemişti. Fakat İsmail beyin entübe olduğunu aktardı.  

'Allah her iki kardeşe ve hastane köşelerinde bütün hastalık çekenlere şifa versin' demiştim. 

Evet, bu dileklerle yazımı noktalamıştım.

Nasıl oduysa, aklıma Bülent muhtarın aşı olup olmadığı sorusu takıldı. Çünkü kardeşinin aşı olmadığını duymuştum.

Acaba o da aşı olmaya direnmiş miydi?

Yazı bitiminde tekrar aradığımda telefonu oğlu açtı. Ben Bülent muhtarın aşı olup olmadığını sordum. Aklıma hiç kötü bir şey şey getirmemiştim.

Telefonun ucundaki ses, ağlayarak babasının vefat ettiğini söylüyordu.

İnanamadım, nutkum tutuldu adeta.

Daha dakikalar önce hayatta olan Soğuksu semtinin çınarı, şimdi hayatta yoktu.

Ölüm işte bu kadar yakın.

Bir bakmışsın yaşıyorsun, bir bakmışsın ölmüşsün.

Yani bir varmışsın bir yokmuşsun misali...

Bu nasıl bir bilmece Ya Rabbî!

"Halletmediler bu lügazın(bilmecenin) sırrını.

Bin kafile geldi geçti hükemâdan (hikmet ehlinden) ve füzelâdan (fazilet ehlinden)" diyordu Ziya Paşa!

Meğer ne de haklıymış Ziya Paşa! (Bugüne kadar hikmet ve fazilet ehlinden binlerce kafile gelip geçiş olsa hayat ve ölüm bilmecesinin sırrını kimse çözemedi diyor)

Bu bilmecenin sırrına ölünce ereceğiz sanırım bizler de...

Daha dün gibi hatırlarım, Bülent muhtarı, muhtarlık günlerinde.

Kitap, defter gibi enva-i çeşit kırtasiye malzemesini biriktirir, ihtiyaç sahibi öğrencilere dağıtırdı.

Basına büyük önem verirdi.

Yufka yürekliydi.

Mekanı Cennet olsun.