Atalarımız "İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır" demiş. Zor olanı başkasından istemeden önce kolay olanı kendimiz yapmalıyız.

Kendimize düşen basit sorumlulukları yerine getirmeyip çok daha zor olanları karşıdakinden beklemek, o kişiye haksızlık değil mi?

Ben de bu sefer öyle yaptım.

Fakat bu konuya girmeden önce Zonguldak Belediye Başkanı Ömer Selim Alan'ın ses getiren basın açıklamasına değinmek istiyorum.

Alan'ın toplantısındaki en önemli başlıklar; Adliye binasının yeri, Fevkani köprünün yıkılması, lavuar alanı projesi ve tabi ki TTK Memurlar Lokali'nin kaçak kısımlarının yıkımıyla ilgili olanlarıydı şüphesiz.

Alan, Fevkani köprünün bakan beyin masasında olduğunu ve 15 yıldır haybeye bekletilen lavuar meydanının seneye bu zamanlar hayata geçirilmiş olacağını söyledi.

TOKİ'nin yeni konut projesinden söz edip, uzun süredir asfalt dökülmeyen kenar mahalleler başta olmak üzere şu ana kadar 70 bin ton civarında asfaltlama çalışması yaptıklarını kaydetti.  (Bu arada unutmadan şunu yazayım: Uzunmehmet Göğüs Hastanesi'ne çıkan yolun hali içler acısı. Bugün bizzat gördüm. Buraya asfalt yapmak gerekiyor. İlgililerin dikkatine!)

Toplantının en çarpıcı bölümü kaçak yapılaşma üzerineydi. Alan, memurlar lokaliyle ilgili kimseye eyvallahı olmayacağını belirtip, "Kanunsuz iş yapan babamın oğlu da olsa gözünün yaşına bakmam." ifadesini kullandı.  

Ayşe Kurt, gözyaşlarıyla uğurlandı Ayşe Kurt, gözyaşlarıyla uğurlandı

Alan, devamında şunları söyledi: Zonguldak’ta yıkılamayacak bir bina yok. Kanunlara aykırı hangi bina varsa yıkılır. Burası muz cumhuriyeti değil. Kanunlar var nizamlar var. Kanunlar bize bunu yapacaksın dediğinde bizi kimse bundan alamaz. Ben Zonguldak’ta her yere giderim. Ben belediye başkanıyım. Nereye gideceğimi de kimseye soracak değilim. Bana gönderilen resmi kanunları da uygularım. Kimseye de hesap vermem."

Bilindiği gibi konu, şu an yargıda. Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere Belediye Başkanı, yargının kararına harfiyen uyacağını taahhüt etti.

Toplantı bu şekilde son buldu.

Umarım hayırlı sonuçlar çıkar.

OKUMAYAN DEDİKODU ÜRETİR

Ne demişler: Okumayan toplumlar dedikodu üretir. Dedikodu kültürü içinde yetişen bireyler de önüne sunulan her dedikoduya inanırlar. Bugün Zonguldak'ın en önemli hastalıklarından birisi de budur.

Dedikodu, çekememezlik, önyargı, hemşericilik, çok bilmişlik ve bana necilik bu şehirde birlik ve beraberliği baltalayan başlıca hastalıklardan...

Onun içindir ki; Yaradan da zaten ilk ayetinde insanoğluna “OKU” demiştir!.. Okuyasın ki, akıl edesin. Akıl edesin ki, kimsenin aklına bakmayasın ve önüne sunulan dedikodulara itibar etmeyesin!..

Bana bu kentin geri kalması; idareciler, belediyeler ve milletvekillerinden çok, vatandaşın duyarsızlığından ileri geliyor. Yani birlik ve dayanışma içinde olamamasından... Sosyal medyada yazmakla, atıp tutmakla olmuyor. Sahici bir şekilde birlik beraberlik kültürünü bu şehirde hakim kılmak gerekiyor. Ama olmuyor, herkes çok bilmiş havalarında, herkes bu kenti başkasından çok seviyor, az işini iyi yapan oldu mu başlıyor dedi kodu kazanı. Ve bizler önce kendimizden başlamak yerine bir kurtarıcı arıyoruz. Kendi içine bakmayı bilmeyen, başkasını nasıl doğru okuyabilir ki?

***

Dolayısıyla, bizim halkımız ülkeyle, yaşadığı kentle yahut şehirle veya mahallesiyle ilgili eleştirisini yapar. Fakat kendisiyle ilgili özeleştirisini yapmaz. Karşısındakinin eksiğiyle uğraşmaktan kendi kapısının önüne bakmaz.

Karşımızdakini eleştirirken, diyor muyuz acaba, "Ben görevimi yapıyor muyum? Ben apartman yönetimine katılıyor muyum? Mahalle yönetimine katılıyor muyum? Şehrin sorunlarıyla ilgili kent konseyi çalışmalarıyla ilgileniyor muyum? Üye olduğum derneğe veya partiye katılıyor muyum? Aidatlarını veriyor muyum? Toplantılarına katılıyor muyum? Çevremi temiz tutuyor muyum?

Kendi görev ve sorumluluklarımızı yapmaz, başkasını çekiştirmeye bayılırız.    

Sivil toplum diye bir olgu var değil mi? Devlet hiyerarşisinden bağımsız vakıflar, dernekler, cemiyetler, kooperatifler ve sendikalar... Türkiye'de sendika deyince ücret sendikacılığından başka bir şey var mı ortada?

Peki ya odalar farklı mı?

Adam 40 yıl önce oturmuş koltuğa, kalkmak bilmiyor.  Oda başkanlığı değil saltanat sanki. Bunlar geçmiş yıllardan beri süregelen acı gerçekler... Bakıyorsun Odanın 3 bin veya 5 bin üyesi var. Seçime katılan ise 300-500 kişi. Hep havale, ihale işler... İcraat yok ama iş konuşmaya gelince vatan millet Sakarya!

Cemiyet başkanları farklı mı? Koltukta oturmakla kalsalar yine iyi. Kendilerine akar bir saltanat kurmuşlar. Onun bunun işiyle gücüyle uğraşmaktan da utanmazlar. Kendi kirli geçmişlerine bakmadan üstlerine vazifeymiş gibi yorum yaparlar. Sanki bu işi yapacak adam kalmamış gibiler...

İşini layıkıyla yapan, cebini değil üyesini düşünen STK başkanları başımızın tacı. Benim sözüm, 'başka adam mı kalmadı' dedirtircesine koltuk işgal edenlere...

Kimse ak kaşık değil. Hepimiz hatalıyız, kusurluyuz...

Başkasını taşlamadan önce biraz da kendimize bakalım istedim.   

Anlayacağınız gibi bu sefer bizi yazdım.

Affınıza sığınarak...

 

 

Editör: TE Bilisim