Bazı kahramanlar vardır, çağını aydınlatmakla kalmaz, bütün çağlara ışık olurlar görmesini bilenlere.
Peygamberler, Allah dostları ve kimi bilim/sanat adamları böyledir!
Size ana hatlarıyla anlatmaya çalışacağım Mevlana Celaleddin Rumi de bu büyük şahsiyetlerden birisidir.
Mevlana kimdir?
Denilir ki, karanlığın en koyu olduğu zamanlar güneşin doğum vaktidir…
Önce Haçlılar talan etti Anadolu’yu
İnsanlık Moğol belasıyla boğuşuyordu şimdi.
Sanki bir fırtına, kasırga, taun, kasıp kavuruyordu Orta Asya’dan Anadolu’ya…
Yakan, yıkan, öldüren, girdiği yerde taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmayan Moğollar, her tarafı kan gölüne çeviriyordu.
-Bu nasıl bir anlayış ve vahşetti böyle?
-Öyle bir vahşet ki, insanlığın en mühim sermayesi olan kitapları ve kütüphaneleri bile yakıp yıkıyor, bilim ve sanat adamlarını öldürüyor, asırlar boyunca oluşan kültürel birikimi yok ediyor, akıl almaz zulümleriyle ilerliyorlardı Asya içlerinde.
-İşte böyle bir çağda, ufkun zulüm karanlıklarıyla karardığı bir sırada.
Moğolların ayak seslerini iliklerinde hisseden Belh şehrinde / Harzemşahlar ülkesinde dünyaya geldi Mevlâna.
İşgal, savaş, kargaşa, kaos, kirli, küresel iktidar hesaplarının merkez üssü olan bugünkü Afganistan yani…
-Yıl 1207. Aylardan eylül.
-Babası Bahaddin Veled.
Sultanul ulema / âlimler sultanı.
Annesi Harzemşahlar ailesinden
-Dua sıcaklığı, zikir samimiyeti ve ibadet sevincinin eksik olmadığı bir ailede doğup büyüdü Mevlana…
Annesi babası iyi birer öğretmen oldu Mevlana’ya…
-Babası medrese hocasıydı, annesi ev hanımı.
İnsanın en birinci ve ilk öğretmeni anne babasıdır…
-Ya anne—baba iyi bir öğretmen olamazsa çocuklarına?
-O zaman kötü. Onların öğrettiklerini/öğretmesi gerekeni hiçbir kimse, hiçbir okul öğretemez insana hayat boyunca, onların öğretemediklerinden doğan boşluğu da hiçbir şey dolduramaz yaşadıkça, hep eksik kalır bir şeyler, yanlış yürür nedense…
-Çağının önemli bir din ve ilim adamı olan Bahaddin Veled, ülkedeki saygın konumuna ve devlet katındaki itibarına rağmen, yaklaşmakta olan Moğol fırtınasını sezdi, ailesini ve önemli bir gelecek biçtiği Küçük Celaleddin’i tehlikede gördü.
-Her devirde Müslümanlar arasında tefrika, ayrılık gayrılık, bölünüp parçalanmak, küçük meseleleri büyütüp farklı cephelerde yerini almak, birbirine düşmek, kavga etmek ve hatta savaşmak en büyük tehlikedir.
Kendi varlığına kastetmektir, geleceğini yok etmektir, oyuna gelmektir, kötü niyetli iç ve dış güçlerin ekmeğine yağ sürmektir.
-Nerden çıkmıştı bu ayrılık gayrılık ve tefrika?
-O günlerde, Kelamcı ve müfessir Fahreddin Razi çevresinde kümelenenler, insanların akıl ve mantık yoluyla aydınlatılabileceğini savunurken, Bahaddin Veled taraftarları tasavvuf yöntemiyle irşad edilebileceğini söylüyorlardı.
-Bu görüş ayrılıklarının ve yaklaşan Moğol istilasının getireceği tehlikeleri sezen Bahaddin Veled, Harzem sarayına gidip Sultan Muhammed Tekiş’e tehlikenin büyüklüğünü hatırlatıp tedbir almasını isteyerek Belh’ten ayrıldı, Anadolu’ya, batıya doğru bir yürüyüşe başladı.
-Bir çeşit kaçış yani? Belki kaderine koşmaktı onların bu gidişi…
Uzun süren bir yolculuktu bu?
Bir gönül insanı olan Bahaddin Veled, bir güneş gibi geçtiği yerleri ve buluştuğu insanları aydınlatarak, oğlu Mevlana Celaleddin ve diğer aile fertleriyle birlikte yolculuğuna devam etti.
İlk durakları Nişabur oldu.
Bir ilim, fikir ve tasavvuf deryası olan bu şehirde Mantıkutttayr / Kuşların Dili kitabının yazarı Feridüddin Attar tarafından misafir edildiler.
-Oradan Bağdat’a geçtiler.
Bahaddin Veled, yaralı bir yürekle orada da vaaz ve irşad vazifesini sürdürdü.
Yaralıydı, çünkü bırakıp geldiği ülkesi Harzemşahlar, Moğollar tarafından talan edilmiş, yakılmış yıkılmış, ilim ehli başta olmak üzere halk kılıçtan geçirilmişti.
Peşinden Mekke’ye vardılar.
Hac vazifesini yaptılar.
Sonra Peygamber şehri Medine’de eyleştiler biraz.
Kudüs’ten sonra Şam yoluyla Anadolu’ya; Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde ve nihayet Karaman’a ulaştılar, yerleştiler!
Konya’dan önceki duraklarıydı Karaman.
Bahattin Velet gittiği her yerde vaaz ve irşada devam etti.
Davet edildiği saraylar yerine mütevazı bir medreseye yerleşmeyi, ilim ve irşad ile meşgul olmayı, halkla buluşmayı ve bütünleşmeyi tercih etti.
Mevlana; Babasının dizleri dibinde, gittikleri yerlerde ilim meclislerinde, büyük âlim, şair ve mutasavvıflar arasında bambaşka bir eğitimden geçti.
Dağ, bayır, kır, her çeşit çiçekten öz toplayarak bal yapan çalışkan bir arı gibi öğreniyordu ilmin her çeşidini…
Öğrenmeye meraklı, yetenekli ve zeki bir öğrenciydi demek ki!
Benzeri çok az görülen o müthiş ilim, sanat, din sevgisi, doymak bilmeyen öğrenme aşkı, isteği ve yeteneği ile adeta vaktinden evvel olgunlaştı Mevlana…
Çağının olumsuz şartlarına ve göçebe hayatlarına rağmen mükemmel bir şekilde yetişti.
Hicret okulunda öğrendi ne öğrendiyse.
Arapça, Farsça, Türkçe ve hatta Rumca / Yunanca gibi zamanının dillerini öğrendi, bu dillerde eser verecek kadar yetkinleşti.
-Zamanının bütün din ve fen bilimlerini öğrenmek için çabaladı ve bunu başardı.
Maddi ve manevi sahada en ileri noktalara ulaştı.
Her konuda zirveleşti adeta.
-Elbette! Ailenin ve toplumun devamı, insanın huzur ve mutluluğu evlilikle mümkündür.
Bahaddin Veled, oğlu Mevlana Celaleddin’i, Belh’ten beraber göç ettiği talebesi Lala ŞerafeddinSemerkandi’nin, edep ve hayâ timsali kızı Gevher Hatunla evlendirdi.
Bahaddin Veled’in önce hanımı, ardından büyük oğlu Muhammed Alaaddin vefat etti.
-Her canlı ölümlüdür.
Hayatta devamlılık esastır.
Doğumları ölümler, ölümleri doğumlar izler.
Sevinçlerle hüzünler peş peşe gelir çoğu zaman…
Eşi ve oğlunun ölümüyle üzülen Bahaddin Veled, torunları Sultan Veled ve Alaaddin Muhammed’in doğumuyla teselli buldu.
Etrafında olup biten hiçbir şey onu vaaz ve irşat hizmetinden alıkoymadı.
İnsanları aydınlatmaya ve güzellikleri duyurmaya devam etti.
Bu sayede Karaman’ın çehresi değişti.
Karaman’daki çalışmaların amacına ulaştığını düşünen Bahaddin Velet, Sultan Anadolu Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Alaaddin Keykubat’ın davetini kabul ederek Konya’ya yerleşti.
-Bahaddin Veled, cami ve medreselerde irşad hizmetine devam ederken, oğlu Mevlana Celaleddin de, devrin meşhur alimlerinden ders almaya, Arapça, Farsça ve Latince kaynakları okumaya devam etti.
-Bahaddin Veled, Konya’da iki sene yaşadıktan sonra vefat etti.
Devlet adamları, alim, şair, derviş ve halkın katılımıyla Yeşil türbeye defnedildi.
-Babasının ölümüyle, geride bıraktığı binlerce talebe ve müridi, Mevlana Celaleddin’den bir ümit, ışık, aydınlık, aşk, şevk ve feyiz bekler hale geldi.
-O güne kadar sonsuz bir açlıkla öğrenmeye alışmış olan Mevlana, o ağır yükün ve beklentinin altından kalkamayacağını düşündüğü için Karaman’a çekilerek yoğun bir şekilde ilim öğrenmeye devam etti.
-Bu arada, Alimler Sultanı Bahaddin Veled’inBelh’te bıraktığı talebesi Burhaneddin Muhakkik Konya’ya geldi.
Mevlana Celaleddin’i Konya’ya çağırdı.
Bütün ilimlerde erişilmez bir mükemmelliğe erişen bu büyük dehayı tasavvuf ilimleri konusunda eğitti, kendisi Kayseri’ye yerleşti.
-Bir cemaate önder ve mürşit olmak için kendini yetersiz gören Mevlana bu defa Şam’a gitti, orada dört yıl daha kendisini eğitti.
Tefsir, hadis, fıkıh, mantık, usül, edebiyat, meani, matematik, tıp ve fen gibi ilimlerde ders aldı.
-Kitap ve sünnete uygun olarak takva üzere yaşamanın inceliklerini kavrayarak geriye döndü.
Hocası Burhaneddin Muhakkiki Kayseri’de ziyaret etti, hayır duasını alarak Konya’da irşad hizmetine başladı.
YOLCULUK
Hayat ezelden sonra da ebede yolculuk
Neyi arıyor insan, sonda yitik sonsuzluk
Yıllarca süren okul, neyi öğrenir insan
Tutulup kalır akıl, sevdaya bağlanır can
Bir lâhza uyu uyan, dünya beyhude rüya
Koşup durur bir ömür, yakalar gibi güya
Geçip gider seneler, birdenbire uyanmak
Şiir hikâye onda sonsuzluğa dayanmak
***
-Mevlana’nın hayatında önemli bir yeri olan Şems bu sırada çıkageldi uzaklardan.
Asıl değişim ve dönüşümü başlattı Mevlana’da.
Yerleşik değer yargılarını, bakış açısını, düşüncelerini, öğrendiklerini, sıradanlıkları yerle bir etti.
-Yeni ve güzel bir şeyin inşası için eskinin yıkılması kaçınılmazdı.
Bilim, sanat, din adına öğrendiği her şeyin, zahiri ilimlerin, yetersizliğini, çamura yatmış eşekten başka bir şey olmayan kuru akılla öğrenilenlerin eksikliğini, sınırlılığını gösterdi Mevlana’ya Şems.
-Onun yerine Kalp ve akıl bütünlüğünü koydu.
Kalp eksenli, gönül çerçeveli, temeli Kur’an ve Sünnetten başka bir şey olmayan yeni bir bakış açısı kazandırdı ona.
Mevlana’nın mürşidi oldu adeta.
Gönül ikliminde bir yolculuğa çıkardı onu.
Kalp ilimlerini ve Tasavvuf derinliğini öğreten iyi bir öğretmen oldu Mevlana’ya Şems.
Karşılıklı soru cevap ve sohbet ortamında birbirini eğiten, hem öğrenen, hem öğreten iyi birer öğretmen oldular birbirine…
Kim öğrenci, kim öğretmen, ne önemi var bunun?
Mühim olan ne öğrendikleriydi?
Kur’an ve sünnet çerçevesinde bir hayatın nasıl yaşanacağını, güzel ahlakı, dostluk ve kardeşliği, birbirinde bir olmayı öğrendiler kısaca.
Sıradan bir hayata razı olmamayı, insanların ne diyeceğine kulak asmamayı, Allah ve Rasülü’nün hoşnut olacağı, dünya ve ahret mutluluğunu kazandıracak güzellikte yaşamayı öğrendiler…
Bu bir gönül, ruh, akıl, beden, duygu, düşünce ve davranış bütünlüğü içinde, Müslüman olarak yaşamanın ve son nefeste güzel bir sonla Allah’a ve ahrete yürümenin eğitim ve öğretimiydi.
Geçici, göçücü, fani olana değil, sonsuz ve sorunsuz olana, ötelere doğru kararlı bir yürüyüşün eğitiminden başka bir şey değildi…
İşin özü; manevi alemlere zor, tehlikeli, korkulu, engellerle dolu manevi yollardaki yürüyüşünde, güvenilir, samimi, dürüst, kendini ona adamış bir yol arkadaşıdır Mevlana’ya Şems…