Şimdilerde hayatımız ‘Corona virüsünden Önce' ve ‘Corona virüsünden Sonra' olmak üzere iki döneme ayrılmış durumda. Geçmişteki birçok şeye özlem duyarken, keşkelerimiz de durmadan artıyor. Bir yandan da fark edemediğimiz gerçeklerle yüz yüze geliyoruz.
SAĞLIĞIN ÖNEMİNİ KAVRADIK
“Sağlık olsun” çok kullandığımız bir söylemdir. Özellikle istediğimiz bir şey gerçekleşmediği zaman yakınlarımızın veya kendimize içimizden söylediğimiz bir sözdür. Ancak içi boş bir söz olarak tekrarlanıp dururdu bu söylem. Ta ki bugünler gelene kadar… Daha önce hiç karşılaşmadığımız tüm dünyayı felç eden pandemi günlerinde hepimiz inanarak sağlıklı olmanın en önemli şey olduğunu anladık.
Bugünün verilerine göre dünyada 5.190.665 enfekte kişi ve 338.447 ölüm var. Aslında verileri incelediğinizde bir yılda 7 milyon kişi kanserden, 82.000 kişi de grip nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu sayılar bize bu pandeminin fazla abartıldığını düşündürebilir ancak bulaştırıcılığı o kadar yüksek hastalık ki, tüm dünyada önlemler alınmasa ölüm sayıları milyonlarla ifade edilirdi.
MUTLULUĞUN ZOR OLMADIĞINI GÖRDÜK
Mutluluğun parayla pulla ölçülemediğini sağlıklı nefes almanın her şeye bedel olduğunu gördük. Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrendik.
DOĞANIN KIYMETİNİ ANLADIK
Tüm dünyada virüs bulaşan insanların içinde dolanan virüsün toplam ağırlığı yaklaşık 2 gram! Ne garip değil mi, dünyayı felç eden virüsün toplam miktarı 2 gramcık. Biz dünyaya, doğaya o kadar hoyrat davrandık ki, doğanın dengesini bozduk, böyle ürkütücü hastalıkların çıkmasına şaşırmamak lazım.
Bizler evdeyken doğa kendine geldi, hava temizlendi, şehir merkezinde bile kuş cıvıltılarıyla uyanmaya başladık, Boğaz turkuaz rengine büründü, yunuslar ortaya çıktı. Herhalde onlar da önce şaşırmıştır nerede bu insanlar diye, sonra da sevinmişlerdir, burası zaten bizim evimizdi onların yüzünden rahat edemiyorduk diye. Karantinada hoyratça davrandığımız doğanın kıymetini anladık.
ÖLÜMÜ YAKINIMIZDA HİSSETTİK
TV’de her akşam basket maçı skoru gibi sayıları endişeyle izledik, ölüm sayıları yüzdeli hanelerden ondalık sayılara inince biraz ferahladık. Aslında oturup düşününce tek basamaklı sayı da olsa her bir bireyin kaybı acı vericiydi. Enfekte vakaların yaklaşık yüzde ikisini kaybettiğimize göre “bugün 1000 kişide testler pozitif çıktı” haberi aslında bir süre sonra 20 canın kaybı ve 20 ailenin acısı demekti.
Sonra ilk sağlıkçı ölümü bizi sarstı, bir profesör bile kendi çalıştığı hastanede kurtarılamadı diye düşünüldü ve korku büyüdü. Ölen profesör bizim “Cemil abimizdi” Küçüğünden büyüğüne el veren çok sevdiğimiz saydığımız canım abimizdi. Sonra diğer hocalarımızı yaprak dökümü gibi kaybettik. Hepsi alanında çok önemli isimlerdi, Murat Dilmener öğrencilerinin, hastalarının babasıydı. Sedat Tellioğlu, Feriha Öz ve vefat eden tüm sağlık çalışanlarının mekanı cennet olsun.
Bu ölümler panodaki sayılardan sıyrılıp, sembol isimler oldu ama korkumuzu da artırdı. Ölümü belki bu dönemde çok daha yakından hissettik, hayatta kalma içgüdüsü çoğumuzun evde kalmasını sağladı. Bir taraftan kendi ailemiz için kaygılanırken, bir taraftan açıklanan sayıların sadece istatistiksel verilerden ibaret olmadığını düşündük.
GERÇEK HİJYENİ FARK ETTİK
Şunu da düşündük; paramız, kas gücümüz, mallarımız, zekamız, aklımız, güzelliğimiz bizi bu virüsten koruyamayacak. Sadece basit bir maske ve fiziki mesafe koruyacak. İnanması zor geldi başlarda ama iyice anladık başka bir yolunun olmadığını.
Hepimizin belki de çok önemsemediği hijyen gündeme geldi. El yıkamanın nasıl olacağına dair videolar dolandı her yerde. Yıkasak bile tüm parmakların temizlenmediğini gördük, alışverişte aldıklarımızın virüs taşıyabileceğini anladık. Kutu içecekleri acaba önceden yıkıyor muyduk, açıkçası ben yıkamıyordum, aslında eksikliğim varmış, her zaman yıkamak gerekiyormuş. Bu süreçte yediklerimizin, içtiklerimizin ve ellerimizin nasıl temizlenmesi gerektiğini öğrendik.
HERKESİN EŞİTLENDİĞİNİ GÖRDÜK
Bu salgın, tarihteki salgınlardan farklı olarak ırk, dil, din, zengin, fakir ayırımı yapmıyor. Örneğin bu bayram herkes eşitlendi. Zengini de fakiri de evinde oturdu. Tatile gidebilecek gücü olanlar kısıtlama nedeni ile gidemedi, tatile gitme gücü zaten olmayanlar için de ‘gidemedik' diye bir üzüntü olmadı.
SAĞLIK ORDUSUNA MİNNET DUYDUK
Çok zengin ülkelerin salgınla mücadelede sınıfta kaldığını gördük, bakım evlerinde büyüklerine sahip çıkamayacak ve onları ölüme terk edecek kadar vicdansız ve aciz olduklarını dehşetle izledik. Tüm bunlar özellikle sağlık ordusunun ülkemizde nasıl fedakarca çalıştığını her daim elini taşın altına soktuğunu gösterdi bize. Sağlık ordusu aslında çok yakışan bir terim sağlıkçılar için. Askerimiz vatanın bölünmez bütünlüğünü nasıl koruyup, şehit olmayı göze alarak görev yapıyorsa, sağlıkçılar da öyle. İşte bunu gördük yakından.
Doktorlar ön planda olsa da bu ordu, hemşireler, eczacılar, personeller, sekreterler, filyasyon ekipleri (Halk sağlığı dedektifleri olarak nitelendirilen bu ekipler, ülke genelinde kapı kapı gezerek, yeni tip koronavirüsün takibini yapıyor. Covid-19 hastalarını ve onlarla temasa geçen kişileri tespit edip karantinaya alarak, virüsün yayılmasını engellemeye çalışıyorlar) ve temizlik personelleri gibi kahramanlardan oluşuyor.
Başka ülkelerden daha farklı bir tedavinin yapıldığı ve başarılı olduğu anlatıldı bize. İşte bu daha değişik tedavi algoritması, gözden çıkarılan Çapa, Cerrahpaşa gibi köklü Üniversitelerin hocaları tarafından oluşturuldu. Bu bilim yuvalarının önemi çok iyi görüldü bu dönemde. Toplumun her kesiminde sağlık ordusu sevgi ve saygıyla anıldı, teşekkür edildi. Bu olağanüstü dönem umarım sağlık ordusunun sorunlarına çözüm bulunmasına vesile olur.
BİZLER İÇİN ÇALIŞANLARIN FEDAKARLIĞINA TANIK OLDUK
Bir hekim olarak sağlık ordusunu anlattım ancak bu dönemde bizler için çalışan emniyet mensupları, basın, kargo, market, PTT ve temizlik işçilerinin fedakarlıklarını da bizzat gödük.
AİLEMİZLE VE DOSTLARIMIZLA YAKINLAŞTIK
Ailemizin ve dostlarımızın önemini anladık. Hayat telaşıyla ihmal ettiğimiz büyüklerimiz, çocuklarımız ve arkadaşlarımızla sosyal mesafemiz artsa da duygusal olarak yakınlaştık.
ÖĞRETMENLERİMİZİN DEĞERİNİ DAHA ÇOK ANLADIK
Çoluk çocuk evde kalınca öğretmenlerimizin değerini daha çok anladık. Bir çocuğu evde oyalamak bile bu kadar zor oluyorken, öğretmenlerimiz cıvıl cıvıl çocuklarla dolu bir sınıfı her gün saatlerce oyalıyor ve eğitim veriyor. Büyük hakları var diye düşündük.
Ah bir kafeler açılsa da şöyle denize karşı oturup bir çay içsem diye, sonra aklımıza geldi, o kafelerde çalışan garsonlar, valeler şu an çalışmıyor, pek çok kişi işten çıkarıldı. Bunlar ne yiyor ne içiyor, nasıl geçiniyorlar.
Devlet, sivil toplum örgütleri, bireyler olarak gücümüz oranında ulaşmaya çalıştık. Bu dönem paylaşmak, el uzatmak, vicdanlarımızı dinleme günleridir. Bedenlerimiz karantina ancak vicdanlarımız özgür ve umarım hep özgür kalıp ihtiyacı olanlara el uzatır.
SON SÖZ:
Yaşamımızı sorgulayabileceğimiz bir dönem yaşıyoruz. Umarım bu süreç bittiği zaman vicdanlarımızı karantinada bırakmayıp, yaşadıklarımızdan ders almayı unutmamalıyız.