Onbir ayın sultanı mübarek Ramazan ayındayız.
Neden onbir ayın sultanı diyoruz?
Hiçbir ayda nasip olmayan bir huzur iklimi kaplıyor ruhlarımızı da ondan.
İftarıyla, sahuruyla bambaşka zaman diliminde hızla akıyoruz.
İftara dakikalar kala yaşanan koşuşturmalar, fırınların önündeki pide sıraları, iftar davetine yetişme telaşları...
İftar sofraları ve hemen akabinde yudumlanan çaylar...
Tatlı yiyip tatlı konuşmalar...
İnsan nefes alıyor resmen.
İşin ibadet kısmı ayrı bir derinliktir de yardımlaşma, dayanışma ve açın halini anlama halleri bambaşka bir güzelliktir!
*
Orucun özü sabırdır, şükürdür.
Açın halini anlama ve nimetin asıl sahibini hatırlamadır.
Ne kadar aciz ve fakir olduğumuzu anlama, idrak etmedir.
"Tok açın halinden anlamaz" demiş atalarımız. Mesela "Düşenin dostu olmaz" da demişler.
Gayet isabetli bir tespitte bulunmuşlar.
Açın halinden anlamaz, düşene dost eli uzatmayız, nedense...
Ramazan-ı Şerif, bu eksikliğimizi gidermemizi sağlayan fırsatlar ayıdır aynı zamanda...
Oruç, hikmetlerle dolu nadide bir ibadettir.
İnsan nefsini(egosunu) ezen tek şey açlıktır.
O yüzden "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin" deriz.
Yüce Yaradan kulları yaratmış ve "Ben neyim, sen nesin?" demiş.
Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin."
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: 'Ene ene, ente ente.'. "Yani ben benim, sen sensin."
Ne kadar azap varsa vermiş, insan nefsi enâniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış.
Yine sormuş: 'Men ene? Ve mâ ente?' "Ben kimim, sen kimsin?"
Nefis demiş: "Sen benim merhametli Rabbimsin. Ben senin âciz bir kulunum"
Bu mübarek ayı hakkıyla yaşayanlara selam olsun.
Ne kadar şanslı insanlar onlar.
Bir de bu güzel ayın nasipsizleri var.
Sokakta elinde sigarayla dolaşan tipler...
Kadın erkek fark etmiyor, hiç sıkılmadan sigara dumanını üfleyerek gezinenlere de yazıklar olsun diyorum.
Elbette oruç tutup tutmamak kişilerin kendi tercihidir.
Oruç tutan tutmayana, tutmayan da tutana saygı duymak zorundadır.
Bir dizide gördüğüm sahne, beni eskilere götürdü. Dizinin bir sahnesinde, bir çayocağının camında "Ramazan dolayısıyla gündüzleri kapalıyız" yazısı vardı.
Bu vesileyle oğluma eski Ramazanları anlattım:
1990'lı yıllarda lise okurken çarşıda birçok işyeri kapalı olurdu. İşyerlerinin camlarına "Ramazan ayı dolayısıyla kapalıyız" yazıları asılırdı.
Açık olan lokanta, kafe, çayocağı gibi işyerlerinin camları ise gazete kağıtlarıyla kapatılırdı.
Oruç tutanlar iş yerinin önünden geçerken canı çekmesin, insanlar zorlanmasınlar diye yapılırdı bütün bunlar.
Yani oruçluya saygı kültürü vardı.
Halbuki o zamanlar tahsilli insan daha azdı. Üniversite mezunları parmakla gösteriliyordu.
Ne yazık ki günümüzde saygı kalmadı.
İnsanlar yayıla yayıla yiyip içiyor, sigara ağızlarda dolaşıyor.
Acaba insanları rahatsız eder miyim düşüncesinden eser yok.
Bu da nereden nereye savrulduğumuzun acı bir tablosudur.
Tahsil oranı yükseldikçe, görgüsüzlüğün arttığı, tersine giden bir durumla karşı karşıyayız.
1990'lı yıllardan bugüne eğitimli insan sayısı iki kat arttığı halde kişilerin davranışları neden geriledi?
Diplomalı sayısı arttıkça cehaletin artması size de tuhaf gelmiyor mu?
İşin ehli kurum ve kuruluşlar buna çare arıyorlar mı?
Hiçbirimiz hatasız değiliz. Herkes yanlış yapar ama; benim kastım, ısrarla cehalet girdabına sürüklenmemizedir.
Bir gazeteci olarak bu durumu asla kabullenmiyor ve farkındalık oluşturmak adına her fırsatta dile getiriyorum.
Mutsuz olmak ve eskiyi özlemek için bundan daha büyük neden olabilir mi?
Ama umutsuzluğa asla yer yok!
Vesselam...